YAPAYALNIZLIKLA DOLU MÜMİN BİR ŞAİR: CAHİT ZARİFOĞLU

 

O; Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören’in yoldaşı, dert ortağıdır. Eserlerini onların dergi ve yayınevlerinde yayımlamış, edebiyat çalışmaları dışında da onlarla beraber hareket etmiştir. Nevi şahsına münhasırlığına rağmen tek başına hareket etmemiştir. Necip Fazıl’ın dizinin dibine oturmayı da bilmiştir.

 

Kuşbakışı baktığımızda Cahit Zarifoğlu, Maraş’ın kadim edebiyat damarının 20. asırda öne çıkan özgün ve güçlü isimlerinden biridir. Edebiyatla hayatı, sanatla düşünceyi nadir rastlanan bir terkiple buluşturan büyük bir şairdir. Kendi ifadesiyle “insanca ve artistçe” ilgilere sahip, nevi şahsına münhasır bir şahsiyettir.

 

airin hayatında önemli bazı tarih ve olayları tespit edebiliriz: Hukukçu olan babasının görevi nedeniyle bulundukları Ankara’da 1 Temmuz 1940 günü dünyaya gelmiştir. 11 yaşındayken ailesiyle birlikte Maraş’a yerleşir. 1962’de bir grup arkadaşıyla İstanbul’da Sezai Karakoç’u ziyaret eder, büyük ustayla tanışır. Bu, genç Zarifoğlu için mühim bir olaydır. 1966’dan itibaren eserleriyle Diriliş dergisinde yer alır.

 

1967’de ilk şiir kitabı İşaret Çocukları yayımlanır. 1969’da Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisinde ürünleri çıkmaya başlar. 1972’de Almancasını ilerletmek için yaz tatilini Almanya’da geçirir. Yine bu dönemde otostop yaparak Avrupa’yı dolaşır. Ertesi sene ikinci şiir kitabı Yedi Güzel Adam yayımlanır. 1976’da arkadaşlarıyla birlikte bir kadro hareketi olmasını arzu ettikleri Mavera’yı çıkarmaya başlar. 1977’de Menziller, 1980’de Yaşamak yayımlanır. 1983’ten itibaren çalışmalarında yeni bir cephe açarak çocuk edebiyatına yönelir. Serçekuş’un ardından diğer masal kitapları gelir; Ağaçkakanlar, Katıraslan, Motorlu Kuş… 1986’da, şiirini başka bir vadiye taşıyan Korku ve Yakarış kitaplaşır. 1987 Haziran’ında kansere yenik düşerek dünyaya veda eder.

 

Adını duyar duymaz zihnimize hücum eden anekdot ve efsaneleri bir tarafa bırakıp eserlerine öncelik vermek borcumuz. Eserlerinden bahsedeceğimiz vakit ise, her şeyden evvel şairliğinden ve şiirinden söz açmalıyız. Vefatından bir sene evvel verdiği bir mülakatta kendisi de bu durumu şöyle ifade etmiştir: "Ben sadece bir şairim. Yazdığım bütün alanlarda, bütün ürünlerde şiir büyük ağırlıktadır. Ben hepsine şiir gözüyle bakıyorum.” Yetenekle vücut bulmuş bir şiirdir onun şiiri. Bu açıdan bakıldığında, devrinin tek şairi odur desek yeridir. Çünkü yetenek ve şairlik kimseye bu denli yakışmamıştır.

 

Zarifoğlu öyle bir şairdir ki, tüm yazdıklarında şairliğinden izler, şiirinden parçalar bulmak mümkündür.

 

Mektuptan romana, köşe yazısından masala kadar, yazdığı her metne sirayet eden, dizginlenemez bir şairliktir ondaki. Bu da onun şair-i maderzât olmasıyla ve şairliğinin çalışılmış/ üretilmiş bir hal olmamasıyla alakalı bir husustur. Dışarıdan bakıldığında günlük hayatında şiir olmayan biridir. Ama içi daima şiirlerle dolup taşar. “Kendimi bildim bileli şiir yazıyorum.” diyecek kadar erken yaşta tanışmıştır şiirle. İlhamı önemser ama gelmesini de beklemez, adeta çağırır. Fakat buradan şairin ilhamı küçümsediği anlamı da çıkmamalıdır. Çünkü ona göre “ilham olmadan şiirin cesedi yazılır ancak”. Şiirin, kendisine “yapayalnızlıkla dolu bir gurur duygusu” kattığını söyler Zarifoğlu. Şiirine dair en isabetli değerlendirmelerin sahibi Nabi Avcı “… dünya ilk defa yaratılıyormuş gibi o saflıkla, o tazelikle bakmasını becerebilen bir gözün şiiri” olarak yorumlar Zarifoğlu şiirini.

 

Zarifoğlu’nun eserlerine, mütevazı sayılabilecek külliyatına baktığımızda farklı türlerde eserler verdiğini görürüz. Öte yandan, tür meselesine ve teknik tasniflere pek de takılmaz. Yaşamak’ın, şiir parçaları da ihtiva eden günlük, anı, deneme, roman arası melez bir tür olması dışında çocuk kitaplarının da masal veya roman olup olmadığı tartışılır. Bu açıdan bakıldığında, Zarifoğlu tür meselesini aşmış, birinci sınıf bir sanatçıdır. Yaşamak, edebiyatımızın en özgün, en türler üstü şaheseridir. Başlı başına kitaplık çapta tahlilleri yapılacak zenginliktedir. Yazarına sorarsak, mütevazı bir tercihle günlük diyecektir yazdıklarına. Oysa bu zengin eser, Zarifoğlu külliyatının ve sanatının özeti gibidir.

 

Zarifoğlu özellikle 1980 sonrasında daha tasavvufi tonlara sahip ve İslam dünyasının dertlerine (Rusların Afganistan’ı işgali, Hama katliamı vb.) şahitlik eden bir şiire yaklaşmıştır. Bu dönemde şiir artık Hakk'ın emrindedir ve Rahmanî etkileri öne çıkartır. Mümin bir şair olarak yazdıklarından da sorumlu olduğunun bilincindedir. Bu durum, şiirinin o zamana kadar karşılaştığı anlaşılmazlık ithamından sıyrılmasını da sağlamıştır. Slogandan daima uzak duran, didaktik olma tuzağına düşmeyen has bir şiirdir onunki. Vefatından bir sene evvelki bir konuşmasında bu durumu şöyle ifade eder: “Şiirin ayağı yere basmalı diyorum şimdilerde.

 

Şairlere, yeni yeni şiire koyulanlara anlaşılır olmalarını salık veririm. Şiirin sırrını aynı zamanda anlaşılır olmanın içinde yakalamaya çalışsınlar. Keşke ben de en başta bunu yapabilseydim. (…) Bir Yunus Emre olmak isterdim.” Burada vurgulanan anlaşılma bahsine Zengin Hayaller Peşinde’de ise şöyle değinir: “Sanat eserinin insana söylemesini bilen bir ağzı olmalı.” Zarifoğlu’nun bu kitabında yer alan Uyan Şairim Uyan başlıklı yazı ise, şairlere samimi ikazlarını bir araya getirmesi açısından üstünde durulmayı hak eden mühim bir yazıdır. Bu yazı, aynı zamanda onun poetikasını görünür kılan, manifesto niteliğinde zengin bir metindir.

 

Sadece şiirlerinde değil, neredeyse tüm eserlerinde yaşadığı dönemin ve İslam dünyasının meselelerine açık bir yaklaşım sergilemiştir Zarifoğlu. Somut konuşmak gerekirse, romanlarından Savaş Ritimleri’nde Afgan cihadını işlemesi bunun en güzel örneğidir. Tüm türlerde, bir Müslümanın duyarlı kalemi olarak işler. Bu kalemin fikrî ürünlerini ise Bir Değirmendir Bu Dünya’da görüyoruz. İbadetlerin öneminden Allah dostlarına, İslam dünyasının farklı bölgelerinde yaşananlardan ilmihallerin önemine kadar bir Müslümanın gündeminde olması gereken neredeyse tüm hususları ele almaya gayret eder; “Efendiler kendimize gelelim!” diyerek haykırır. Zarifoğlu, edebiyatın teknik ve teorik yanlarına dair konuşmayı pek sevmese de Zengin Hayaller Peşinde’yi oluşturan yazılarda bu konulara da temas eder. Bilhassa şiir ve poetikası üstüne çok sayıda yazısı mevcuttur bu eserde.

 

Cahit Zarifoğlu denilince öne çıkan bir hususiyet de maceraperestliktir. Çocukluğundan itibaren gelişen ilgileri de buna işaret eder: Güreş, pilotluk, kürekçilik, otostopla uzun seyahatler… Cemal Süreya’ya göre Zarifoğlu şiirinde de serüven duygusu çok mühimdir. Serazat, uçarı diyebileceğimiz bir yanı da vardır Zarifoğlu’nun. Bununla beraber, bir derviş de saklıdır hırkasının altında. Çocuksuluğunu her daim muhafaza eden ve yaşatmaya çalışan bilge bir derviş. O, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören’in yoldaşı, dert ortağıdır. Eserlerini onların dergi ve yayınevlerinde yayımlamış, edebiyat çalışmaları dışında da onlarla beraber hareket etmiştir.

 

Nevi şahsına münhasırlığına rağmen tek başına hareket etmemiştir. Necip Fazıl’ın dizinin dibine oturmayı da bilmiştir.

 

Onun farklı bir yanı da çocukları öncelikli muhatabı olarak seçmesi ve onlara da hitap eden eserler vermesidir. Şiirinde, masal ve öykülerinde çocukları da muhatap alarak yazar Zarifoğlu. Çocuklar için yazmayı “savaşçı” bir karakter ve sorumlulukla yapar. Çocuklar için yazmanın çok ciddi bir iş olduğunu kırk sene evvel kavramış, bilinçli bir yazardır. Bu alandaki misyonunu ise şöyle tanımlar: “Çocuklar için yazmakta, çocukça, katışıksız bir mutluluk vardır, bir görevin yerine getirilme duygusu ve tatmini vardır, bir sorumluluğa evet demenin kahramanlığı vardır, kıyasıya bir savaşta çocukları daha şimdiden kendi safımıza kapmanın savaşçı karakteri vardır…”

 

Cahit Zarifoğlu, gazete olsun dergi olsun, yazdığı tüm mecralarda gerek yazıları ve gerekse de okurları ile mektuplaşmasıyla tek başına bir okul işlevi görmüş, yüzlerce insanın yetişmesine vesile olmuştur. Uzaktan da olsa bir edebiyat görgüsünün ve geleneğinin sonraki nesillere aktarılmasında onun kadar mesuliyet hisseden azdır. Okuyucularla adıyla 2009’da kitaplaşan ve çoğunluğunu Mavera’ya gelen okuyucu ürünlerini değerlendirmelerinden oluşan eserinde de onun okul yanı somutlaşarak öne çıkmaktadır. 1978’de başladığı bu değerlendirmeleri vefatına kadar sürdürmüştür farklı mecralarda.

 

O, edebiyatımızda İslamî bir öz ve düşünceyle estetik formların ve üslubun başarılı bir şekilde bir araya geldiği ender duraklardan biridir. Ustalığını ve örnekliğini daima muhafaza etmektedir. Bu mühim başarıyı Rasim Özdenören şu şekilde ifade etmektedir: “Bu şiirlerde ve öykülerde İslâm, bir malzeme olarak kullanılmamıştır. Dünyaya Müslümanca bakışın sonuçları yansımıştır.” 

 

Ali Görkem Userin

 

Evelâhir Sayı - 11